Psikiyatrik Bozukluklar

Şizofreni

 Şizofreni  algılarda değişiklik, düşünmede farklılık ile seyreden bir beyin hastalığıdır. Toplumda % 1 oranında görülür.  Bu hastalarda gerçek olayları değerlendirmede bozulma, işitsel ve görsel algı bozulmaları, yargılama ve dikkat ile ilgili işlevlerde zayıflama görülür. Bu kişiler sosyal ortamlardan kaçınır, iletişim kurmakta zorlanırlar.

Hem kişinin kendisi hem de yakınları için baş edilmesi zor bir hastalık olmakla beraber uygun  tedavi ile hasta işlevselliğini devam ettirebilir.

Tedavide hastaya uygulanan ilaç tedavileri haricinde ailelere  hastalığı anlatmak, tedaviler hakkında bilgi vermek, gerekli durumlarda onlara da psikiyatrik destek vermek önemlidir. Ayrıca bu hastaların toplumdan soyutlanmaması için işlevselliklerini arttırıcı mesleki beceriler kazandırmaya yönelik faaliyetlere yönlendirmek gereklidir. Tedavide bu şekilde  bütüncül yaklaşımın başarı oranını oldukça arttırdığı bilinmektedir.

Manik-Depresif bozukluk (Bipolar affektif bozukluk)

Hastalığın iki farklı ucu vardır, bu nedenle   bipolar ( iki uçlu- iki kutuplu) affektif bozukluk olarak da adlandırılır.

Manik atak geçiren hasta çok konuşur, çok neşelidir, çok az uyku uyumasına rağmen çok enerjiktir, iştahı artmıştır, cinsel isteği artmıştır, dikkatini bir konu üzerinde yoğunlaştıramaz. Çabuk öfkelenir, hatta öfkesini kontrol edemez, normalde hiç söylemeyeceği ifadeler kullanır, bir bakıma sansür kalkmıştır.

Bipoların depresyon ucunda ise çökkünlük, iş yapmak istememe, kendini değersiz ve yetersiz hissetme, mutsuzluk vardır. Bazen depresyon teşhisi konularak antidepresan verilen kişilerde mani belirtileri ortaya çıkabilir, bu durum ayrıntılı değerlendirilmelidir.

Bipolar bozukluğu olan hastalar ataklar arasında yaşamlarını normal bir şekilde sürdürürler. Atakların önlenmesi için yapılan “koruyucu tedavi” tedavinin esas kısmını oluşturur. ”Atak tedavisi” ise manik ya da depresif atağın şiddetine göre ayaktan ya da yatarak tedavi edilir. Hastaya hastalık hakkında bilgi verilmesi (psikoeğitim) bu hastaların atak geçirmesinin engellenmesi açısından çok önemlidir. Tetikleyici faktörlerin belirlenmesi ve hastayla iyi bir işbirliği sağlanması gerekir.

Depresyon

Kişinin günlük yaşam aktivitelerini, sorumluluklarını yerine getirmesine engel olan üzüntü, mutsuzluk, keder, özgüven kaybı, değersizlik ve yetersizlik düşünceleri , dikkat azalması ile giden bir bozukluktur.

Bu durum herkes de ara sıra görülen enerji ,  motivasyon kaybı, mutsuzluk hallerinden farklıdır. Daha uzun sürer ve işini yapmasına engel olur ve insan ilişkilerini bozar. Beraberinde iştah, uyku ve cinsel hayat ile ilgili değişiklikler de görülebilir. Ayrıca depresyon hastalarında mide barsak problemleri, ciltle ilgili rahatsızlıklar, kas ve eklem ağrıları, baş-boyun ağrıları gibi bedensel belirtiler de görülebilir. Bu belirtiler ve sorunlar depresyon tedavi edilmeden düzelmemektedir.

Tedavide kullanılacak ilaçlar hastaya göre değişmektedir. Yaşı, mesleği, cinsiyeti, belirtilerinin şiddeti, mevcut ek hastalıklarının varlığı gibi nedenler ilaç seçimlerini etkiler. Hastaya uygun tedavi ve beraberinde psikoterapi uygulanması,  depresyonun hayat boyu tekrar etme olasılığını en aza indirir.

Panik Atak ve Panik Bozukluğu

Beklenmedik zamanlarda gelen;

-çarpıntı

-titreme

-ter basması

-göğüste sıkışma

-bulantı ve karında rahatsızlık hissi

-baş dönmesi ve bayılma hissi

-soluk kesilmesi

-boğuluyormuş gibi olma ve nefes darlığı

-ürperme ya da sıcak basması

-uyuşma ve karıncalanma

-Kontrolünü kaybetme veya aklını kaçırma korkusu

-ölüm korkusu

-etrafı gerçek değilmiş gibi algılama, yabancılaşma hissi

Bu belirtilerin en az 4 tanesi nin görüldüğü tabloya “panik atak” denir.

Aslında bu belirtiler tehlike anında hepimizin hissedebileceği belirtilerdir.  Buradaki fark bu belirtilerin sebepsiz, beklenmedik şekilde ortaya çıkmasıdır.  Bir bakıma bizi koruyan alarm mekanizması yanlış sinyalle çalışmaya başlamıştır.

Panik ataklar, atakların geleceğiyle ilgili endişe ve beklenti , atakların gelmesinin olası olabileceği düşünülen ortamlardan kaçınma ve davranış değişiklikleri (hastaneler yakın olmak istemek, metro , uçak gibi kaçmanın zor olabileceği ortamlara girmek istememe) varsa “panik bozukluğu” tanısı konulur.

Panik bozukluğu tedavisi uygun ilaçlar ve psikoterapinin birlikte kullanılması ile daha sağlıklı yürütülür.

Hastanın kaygı yaratan düşünce kalıplarını anlamak, ortaya çıkarıp, değişimini sağlamak şeklindeki bilişsel davranışçı yöntemler kullanmak, tedavinin kalıcılığını arttırmaktadır. Buna rağmen tekrar etme olasılığı vardır, doğru ve kişiye özel tedaviyle bu olasılık en aza indirilmeye çalışılır.

Takıntı Hastalığı- Obsesif Kompulsif Bozukluk

Obsesyon (takıntı) kişinin aklına kontrolü dışında gelen, rahatsızlık verici düşünce, duygu veya dürtülerdir. Kişiler bu takıntıları “saçma olduğunu biliyorum ama düşünmekten kendimi alamıyorum” diye tanımlarlar.

Kompulsiyon (zorlantı) ise takıntıların ortaya çıkardığı sıkıntıyı gidermek için kişinin yapmak zorunda hissettiği bir takım ritüeller, davranış kalıplarıdır.

Takıntılar her zaman tedavi gerektirmez. Aslında tedavi etme kriteri bu takıntıların günlük yaşantıyı etkileyip etkilememesi ile ilgilidir. Yani bu takıntılar ve zorlantılar kişinin işini yapmasına engel oluyorsa, insanlarla ilişkisini bozuyorsa tedavi gerektirir. Kişinin titiz, tertipli, kontrolcü olması bazen işini daha iyi yapmasını sağlayabilir, ama belli bir düzeyi aşan durumlar artık kişinin işlevselliğini bozabilir, bu noktada psikiyatra başvurması gerekir.

Obsesif kompulsif bozukluk tedavisi olan bir bozukluktur. İlaç tedavilerinin yanında davranışçı terapi yöntemleri kullanılır. Kullanılan ilaçların dozları depresyonda kullanılan dozlardan genellikle daha fazladır, tedaviye yanıt ancak birkaç ay sonra görülmeye başlar.

Sosyal Fobi

Sosyal ortamlarda insanların, kendini ifade etmede zorluk, sıkıntı, yüz kızarması, çarpıntı, heyecan gibi belirtiler göstermesi ile karakterize bir durumdur. Bu belirtiler, heyecan ve kaygı yaratarak, yine aynı ortamda oluşma olasılığıyla ilgili beklenti ve bu ortamlardan kaçınmayı beraberinde getirir. İşlevsellik bozulur. Yani kişi artık sosyal ortamlardan kaçınmaya, topluluk karşısında konuşamamaya başlar. Bu durum hem insanlar arası ilişkileri hem de iş yaşamındaki başarıyı olumsuz etkiler. Kişi, ilişkilerinin ve mesleki başarısının olumsuz etkilendiğini gördükçe sıkıntı duyar, kendisini yetersiz hisseder ve depresif belirtiler de ortaya çıkabilir.

Sosyal fobi tedavisinde ilaçların yanında bilişsel davranışçı terapi önem kazanmaktadır. Kişiye kendi kaynaklarını geliştirme ve keşfetme, kapasitesini arttırma ve stresle baş etme yöntemleri öğretilir.

Uyku bozuklukları

Uyku beynimizin güncel olayların anlamlandırılması, yaşamsal fonksiyonlarımızın idame etmesi için gerekli fizyolojik bir ihtiyaçtır. Depresyon, kaygı bozuklukları gibi bozukluklarda uyku bozulabilir. Depresyon hastalarında uykuya dalmada güçlük, uykuda bölünmeler, sabah çok erken saatte uyanmalar (insomnia)olabileceği gibi hep uyumak isteme (hipersomnia) de görülebilir.

İnsomnia ve hipersomnia bazı organik hastalıklarda da görülebilmektedir. Bu kişilerde bedensel hastalıklarında göz önünde tutulması gerekir.

Uyurgezerlik genellikle çocukluk çağında görülür, kişi uykusuzda bazı hareketler yapar, yürür, bazen bu durum tehlikeli haller alabilir. Sebebi tam olarak açıklanmamıştır.

Karabasan (Uyku Felci) genelde uykuya dalmak üzereyken kişinin bilincinin açık olduğu durumda vücudunu hareket ettirememesi ile karakterize sıkıntılı bşr durumdur. Beraberinde halüsinasyonlar da görülebilir.

Uyku bozukluklarında kişiyi nörolog ve psikiyatrist beraber değerlendirir. Organik hastalıklar, hormonal dengesizlikler ve vitamin eksikliklerinin olup olmadığı kan tetkikleri ve uyku EEG’si ile belirlendikten sonra psikiyatrik durum değerlendirilir, tedavi planlanır.

Kaygı (Anksiyete) Bozuklukları

Kötü bir haber gelecek endişesi, diken üstünde olma, huzursuzluk, çarpıntı, heyecan, ellerde titreme, mide bulantısı, baş dönmesi gibi bedensel belirtilerle birlikte yaşanan korku duygusu kaygı bozukluklarında görülür. Bu bozuklukta çoğu zaman en kötü olasılık akla gelir, bu nedenle korku ve endişe hali yaşanır. Örneğin bir yakını telefonuna cevap vermiyorsa başına kaza geldiği, araba çarptığı gibi kötü olasılıklar düşünülür ve sanki bu olasılıklar gerçekleşmiş gibi endişe ve korkuyla bedensel belirtiler ve kaygılı davranışlar ortaya çıkar.

Kaygı bozukluklarında tedavi,  ilaç tedavisi ve psikoterapinin birlikte kullanılması ile mümkündür. Bazen benzer hastalıkları olan kişilerle yapılan  grup psikoterapileri  de oldukça iyi sonuçlar vermektedir. Her psikiyatrik bozuklukta olduğu gibi bu kişilerin de anlaşılmaya ihtiyaçları vardır, destekleyici görüşmeler yapılarak bu ihtiyaçları karşılanmaya çalışılır. Amaç kişinin bu bozukluk öncesindeki işlevselliğine geri dönmesini sağlamaktır.

Somatoform Bozukluklar

Bu bozuklukta ruhsal sıkıntılar bedensel belirtilerle kendini gösterir. Kişi sıkıntısını ifade edemediği ,söze dökemediği zaman farklı bir boşalım alanı gerekecektir ki bu alan genelde bedendir.

Bu tanı içinde hipokondriazis (hastalık hastalığı), ağrı bozukluğu, vücut dismorfik bozukluğu gibi hastalıklar yer alır.

Bazen sosyokültürel ve dini baskılar, kişinin bu baskıların altından kalkamaması, baş edememesi durumlarında birtakım bedensel belirtiler ortaya çıkabilir. Örneğin migren, mide barsak problemleri,  cilt hastalıkları gibi. Bu bedensel belirtilerin  tanımlanması, altında yatan psikolojik sıkıntıların anlaşılması tedaviyi kolaylaştırır. Bu sıkıntılarla baş edebilmeyi sağlamak için destekleyici görüşmeler ve dinamik yönelimli psikoterapi ruhsal sıkıntıların beden üzerindeki olumsuz etkilerini azaltır. İlaç tedavileri ve dinamik yaklaşımlı psikoterapinin  kullanımı bu bozuklukların tedavisinde önemli yer tutar.

Bedensel belirtileri olan kişiler genellikle tıbbın başka branşlarına başvururlar. Yapılan tetkiklerde herhangi bir hastalık tespit edilmediği durumlarda klinisyenlerin aklına ruhsal sıkıntıların bedene yansıması  yani somatoform bozukluklar gelmelidir. Psikiyatriye yönlendirilen hastalarla yapılan psikiyatrik görüşme ve muayenede bu belirtilerin psikiyatrik kaynaklı olduğu anlaşılır.

Yeme Bozuklukları

Yeme bozuklukları, yemek yeme ile ilgili aşırı hassasiyet ve sıkıntılı düşüncelerle karakterize bozukluklarıdır. Kişinin içsel çatışmalarının yeme üzerindeki kontrol ve kontrolsüzlük şeklinde ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Anoreksiya Nervosa hastalığı olan kişiler aşırı zayıf olmalarına rağmen kendilerini şişman, yağlı hissederler. Kilo almaktan aşırı korkarlar. Kilo vermeyle ilgili aşırı uğraş, kendini kurutma çabaları bir süre sonra hormonal dengesizlikleri, adetten kesilmeye, organik hastalıklara sebep olur.  Kişi kendi görüntüsü ve kilosuyla ilgili gerçekçi değerlendirme yapamaz hale gelir. Aşırı zayıf olduğunu inkar eder. Bu kişiler aşırı egzersiz yapma, laksatif kullanımı, kendini kusturma çabaları içindedir. Genellikle kontrolcü ve mükemmeliyetçi kişilerdir. İçsel çatışmalar, aile içi problemler, kimlik karmaşası gibi sıkıntılar bu durumu tetikler.

Bulimia Nervosa hastalığı olan kişilerde yeme atakları olur. Bu ataklar sırasında özellikler çok miktarda karbonhidratlı ve yağlı yiyecekler, hızlı bir şekilde tüketilir. Beraberinde kontrolü kaybetme duygusu yaşanır. Atak sonrası çok fazla yemenin telafisini ,aç kalma, laksatif kullanma, parmak atıp kendini kusturma davranışlarıyla yaparlar. Bu yeme ataklarını genelde gizli yaparlar, çünkü bu durumdan tiksinme ve utanç söz konusudur.

Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu

Kişi tıkınırcasına çok miktarda yemek yer, konrolünü kaybeder. Utanç, suçluluk ve iç sıkıntısı hisseder. Ama telafi davranışı (kendini kusturma, egzersiz yapma, laksatif kullanımı) yapmaz. Ortaya çıkan sıkıntıyı gidermek için tekrar yemek yer. Kısır döngüye girer. Normalden şişman kişilerdir. Beslenme bozukluğu nedeniyle kal damar hastalıkları ve diyabet çıkabilir.

Yeme Bozukluklarının tedavisinde psikiyatrik tedavi, diyetisyen ile beslenmenin düzenlenmesi, psikoterapi desteği ve genel tıbbi destek bir arada kullanılmalıdır.

Kişilik Bozuklukları

Kişilik kişiye özgü ve diğer insanlardan onu ayıran tutum, davranış biçimleri ve alışkanlıklardır. Bu özellikler sürekli ve kalıcıdır. Herkesin farklı ve birçok kişilk özellikleri olabilir. Fakat bu özelliklerin “bozukluk” olarak değerlendirilmesi için kişiler arası ilişkileri olumsuz etkilemesi, uyumu bozması, mesleki açıdan sorun çıkarması gerekir. Toplumda % 5-10 arası görülürler. Tedavisi ilaç tedavisinden ziyade psikoterapidir.

Antisosyal kişilik bozukluğu: Başka insanların hakkına tecavüz etme, bunu kendine hak görme, bundan rahatsızlık duymama şeklinde kendini gösterir. Genelde kavgacı, kolaylıkla yalan söyleyen, sorumsuz kişilerdir. Yaptığı davranışlar ya da işlediği suçlardan vicdan azabı çekmezler.

Histriyonik kişilik bozukluğu: Dış görünüşleriyle aşırı uğraş, bir ortama girdiğinde ilgi odağı olma isteği (olmadığında aşırı rahatsızlık), baştan çıkarıcı (seduktif) davranışlarla karakterizedir. Genelde yüzeysel ilişkiler kurarlar, baştan çıkarıcı davranışları olduğu halde cinsellikten uzak dururlar. Başkalarından kolay etkilenirler. Teatral yani doğallıktan uzak, yapmacık ve abartılı davranışları vardır.

Borderline (Sınırda) Kişilik Bozukluğu: Terk edilmeye karşı aşırı duyarlılık, kimlik karmaşası, zaman zaman gerçek olayları değerlendirme bozukluğu, ya hep ya hiç kanunu ile hareket etme, öfkesini kontrol edememe, kendine zarar verici davranışlar ile karakterize bir bozukluktur. Bu kişilerin tedavisinde psikoterapi esastır. Fakat öfke kontrol sorunu ve psikotik belirtiler için ilaçlar da tedaviye eklenir.

Narsisistik Kişilik Bozukluğu: Dış görünüşlerinde aşırı özgüven, iç dünyalarında güvensiz kişilerdir. Her ortamda onaylanma ve beğenilme ihtiyacı içindedirler. Bu kişiler eleştirilere aşırı duyarlı olup kendilerini iyi hissetmek için çevrelerinin onları övmelerine muhtaçtırlar.Çevrelerinden beklentileri karşılanmayınca depresif olurlar. Kendilerini iyi hissettirecek bireyler bulurlar. Kendilerini yüceltmek ve daha üstün göstermek için diğer insanları kullanır ve sömürürler. Kendilerini de başkalarını da sevemezler.

Paranoid kişilik bozukluğu: Etraftan hep kötülük göreceğine dair düşünce tasarımları, sürekli güvensizlik ve şüphecilik ile karakterize bir kişilik bozukluğudur. İlaç tedavisi ve psikoterapi tedavide kullanılır.

Çekingen (kaçıngan) kişilik bozukluğu: Sosyal ortamlarda utangaçlık, kendini ifade edememe, bu ortamlardan kaçınma, eleştirileceğine dair korkular, yakın ilişkiler kuramama belirtileriyle karakterizedir. Grup psikoterapisi bu kişilerin sosyalleşmeleri için ideal bir yöntemdir.

Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu: Her işin ayrıntılarında uzun zaman harcama, bir işi bir türlü bitirememe, inatçılık, cimrilik, biriktirme, eski eşyaları atamama gibi özellikleri vardır. Mükemmeliyetçilik belirgindir.

Bağımlı kişilik bozukluğu: Sorumluluk alamama, karar vermede güçlük, başkalarının öğütlerine ihtiyaç duyma, ayrılığa dayanamama, yalnız kalamama gibi özelliklerle karakterizedir. Genelde kadınlarda sık görülür. Psikoterapi ile kendilerini ifade etmeleri kolaylaştırılabilir. Kendi istek ve arzularını anlama ve ön plana almaları için destekleyici görüşmeler yapılabilir. Grup psikoterapisi de bu kişilere iyi gelmektedir.

Depresif kişilik bozukluğu: Kronik mutsuz kişilerdir. Özgüvenleri düşüktür. Değersizlik, yetersizlik duyguları, kendini diğer insanlardan küçük görme, keder, üzüntü, karamsarlık temel özelliklerdir. Erken çocuklukta ebeveyn kaybı, ya da anne babanın ilgisizliği hayat hikayelerinde rastlanan ortak özelliklerdir.

Şizoid kişilik bozukluğu: Duygularını anlama ve ifade etmede zorluk, yakın ilişki kuramama, sosyal izolasyon belirgindir. Genelde yalnızlardır. Tedavisi ilaç ve psikoterapidir.

Şizotipal kişilik bozukluğu: Toplumda ilginç görünümleri ve davranışlarıyla dikkat çekerler. Şüphecilik, alınganlık, gerçek dışı yaşantıları vardır. İnsanlarla ilişki kurma biçimleri de gariptir. Şizofreniye dönüşebilir.

Alkol ve Madde Bağımlılığı

Alkol ve madde tüketiminin bağımlılık olarak nitelendirilebilmesi için aşağıdaki kriterlerin 3 ya da fazlasının  karşılanması gerekir:

  • tolerans (aynı etkiyi sağlayabilmek için madde ya da alkolün miktarını giderek arttırmak),

  • madde ya da alkol kullanılmadığında yoksunluk belirtilerinin ortaya çıkması,

  • madde ya da alkol bulma, kullanma ve kurtulmak ile ilgili çok zaman harcama,

  •  kişinin işlevselliğinin etkilenmiş olması,

  •  kişinin çoğu kez tasarladığından daha fazla madde ya da alkol alması,

  • Kullanımı bırakmak ya da denetim altına alabilmek için sürekli istek, boşa çıkan çabaların olması

  • Kullanımın neden olduğu sosyal, psikolojik ve fiziksel sıkıntılara rağmen kullanımın bırakılamaması.

Toplumda alkol kullanımında ‘sosyal içicilik’ ve ‘zararlı kullanım’ sık görülür. Sosyal içicilik, keyif için sosyal ortamlarda sınırlı miktarda ve aralıklı olarak alkol alımı anlamında kullanılır. Alkol miktarı ve sıklığı artmadığı sürece sorun yaratmaz. ‘Zararlı kullanım’ ise psikiyatrik bozukluklara eşlik edebilir. Kişi kendini alkol aldığında daha rahat hissettiğini, sıkıntılarından uzaklaştığını ifade eder, bir nevi tedavi amacıyla kullandığını söyler. Bu durum zamanla işini yapmasına engel olabilir ve sosyal ilişkilerini ve fiziksel sağlığını bozar. Buna rağmen kişi alkol alımına devam eder. Bu kişiler ‘alkolizm’e adaydır.

Alkol ve madde bağımlığının tedavisi ekip işidir. Yataklı serviste yatarak tedaviyle daha hızlı sonuç alınabilir. Ancak klinikte yatış sonrasında da iyilik halinin (ayık halin) devam etmesi için sosyal destek, aile görüşmeleri ve psikoterapinin önemi büyüktür. Grup psikoterapilerinde daha önce alkol ve maddeyi bırakabilmiş kişilerle görüşmeler yapılır. Bu terapiler bağımlı hastalara umut vermek ve tedavi motivasyonu için önemlidir.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu

Travmatik bir yaşantı (deprem, tecavüz, trafik kazası vb gibi vücut bütünlüğüne yönelik tehdit ya da buna şahit olma) sonrasında ortaya çıkar. Normalde travma yaşantılarından  bir süre sonra günlük hayata adaptasyon sağlanır, travmanın etkisi zamanla azalır. Ama travmanın şiddetinin ve kişinin hayatına etkisinin yoğun olduğu durumlarda kişi bu travmanın etkisinden yıllar geçse de kurtulamayabilir. Rüyalarında görür, tekrar o olayı yaşıyormuş gibi hisseder, dikkatini toplamakta güçlük çeker, normal yaşamına adapte olması zorlaşır. Bazen de yıllar sonra o olayı hatırlatan bir şeyle tekrar aynı yaşantılar ortaya çıkar.

Bu bozukluğun 3 belirti kümesi vardır:

1-      Travmanın anılarını sürekli yaşamak (tekrar yaşıyormuş gibi olmak, flashbackler, kabus görmek, beraberinde kaygı belirtilerinin çıkması)

2-      Travmayı hatırlatan durumlardan kaçınma

3-      Tetikte olma hali (irkilme, aşırı uyarılmışlık)

Tedavisinde ilaç tedavisi ve psikoterapi birlikte kullanılır. Travma hastalarında EMDR (Göz hareketleriyle yeniden işleme ve duyarsızlaştırma) etkilidir. Travmanın etkisinin azaltılması mümkün olmaktadır. Travmanın hastanın beyninde işlenmesi ve yeniden anlamlandırılması sağlanır.

Uzm. Dr. Ayşe Gül AYDIN

Randevu Talebi

Randevu Talebiniz İçin Lütfen İletişime Geçiniz
İletişim